“Aşırı düşünme, zihnin kendini tüketmesidir. Parçaları birleştirmeye çalışırken aslında olanı değil, korktuklarını kurgularsın. Zihin, cevap bulamadıkça senaryo üretir… Ve çoğu zaman bu senaryolar, gerçek değil kaygının gölgeleridir. Ancak fark etmeden bu olasılıkları gerçek sanmaya başlarız…”
aŞIRI dÜŞÜNMENİN pENÇESİNDE
Gözlerinin altı şişmişti, göz kapaklarıysa düşmekle açık kalmak arasında bocalıyordu. Belli ki geceyi uykusuz geçirmişti. Umudunu bağladığı kahvesinden bir yudum aldı, sonra dalgın bakışlarını camın ötesine çevirdi. Dışarıya bakıyor gibiydi ama aslında merceği zihnine tutmuş, iç dünyasında gezinmekteydi. Dünkü yoğun gün, bir film şeridi gibi geçiyordu aklından. Daha yakından baksaydık, içinin bir istifçinin evi gibi darmadağın olduğunu fark edebilirdik.
Dünden kalan hayaletler her köşedeydi.
İş arkadaşının gölgesi üstüne düşmüştü; selamına bile karşılık alamamıştı. Sürekli ne yaptığını düşündü. Acaba biri onun hakkında bir şey mi söyledi? Ya da bilmeden bir kırgınlığa mı yol açtı? Belki de sadece yanlış anlaşılmıştı ve şimdi bunun bedelini ödüyordu. Tüm bunların üstüne sevgilisine üç saat boyunca ulaşamamıştı. “Uyuyakaldım,” demişti ama o saatlerde hiç uyumazdı. Gerçekten uyumuş muydu, yoksa mesajı görüp cevaplamamayı mı seçmişti? Neredeydi? “Evdeyim,” demişti ama belki de değildi. Sıkılmış olabilir miydi? Belki de hakkındaki düşünceleri değişmişti. Zihninde eski ilişkisi belirdi: defalarca kandırıldığı, yalanlarla avutulduğu günler. Ne kadar inkâr edilse de aldatıldığını biliyordu. Böyle durumlara defalarca tanık olmuştu zaten.
Aklı, son anne-baba ziyaretine kaydı. İçeride bir soğukluk sezmişti. Belki de onlar da anlaşamıyor, sadece çocukları için bir aradalar. Sevgilerini birbirlerine hiç göstermez olmuşlardı. “Bizim yüzümüzden istemedikleri bir hayatı yaşıyor olabilirler mi?” diye geçirdi içinden. Babasının işleri de son zamanlarda pek iyi gitmiyordu. Belki bundandı. Zaten hangi iş yolunda gidiyordu ki? Yöneticisiyle bir haftadır ertelenen toplantı da cabasıydı. “Kesin oyalıyorlar,” diye düşündü. “Acaba benden vaz mı geçiyorlar? Memnun değiller mi?”
düşünceleri berraklaştırmak
Düşünceler, yüzlerce fısıltı gibi zihninin en kuytu köşelerine işliyordu. Her şey üstüne üstüne geliyor gibiydi. Suçluluk çöreklendi içine. Çevresindeki hiçbir şeyi doğru düzgün yönetemediğini düşündü. Sanki her şey dönüp dolaşıp onu buluyordu.
Neden?
Neden?
Ve neden?
Bu soruyu o kadar çok sordu ki, cevapsız kaldıkça içine düştüğü kuyu daha da derinleşti.

Tam o sırada mutfaktaki eski radyodan cızırtılı bir ses yükseldi. Gözleri hâlâ boşluğa dalmıştı ama bilinçaltı duydu. Kumanda aramakla uğraşmadan ayağa kalktı, yaklaştı, sesi biraz açtı. Radyodaki kadın sesi yumuşak ve sakindi. Hani yıllardır hiç tanışmadığınız ama sesini duyar duymaz güvendiğiniz biri gibi…
“Aşırı düşünme, zihnin kendini tüketmesidir. Parçaları birleştirmeye çalışırken aslında olanı değil, korktuklarını kurgularsın. Zihin, cevap bulamadıkça senaryo üretir… Ve çoğu zaman bu senaryolar, gerçek değil kaygının gölgeleridir. Ancak fark etmeden bu olasılıkları gerçek sanmaya başlarız…”
Kafasının içinde uğuldayan düşünceler, yavaşça geri çekilmeye başlamıştı. Elinde tuttuğu kahve kupası hâlâ soğuktu ama dikkatini kaybetmişti. Duyduğu her kelime ile sese biraz daha odaklandı.
“Şunu unutmayın: Endişe, gelecekte olabilecek bir tehlikeyi şimdiden yaşamak gibidir. Fakat o geleceğin gelip gelmeyeceği bile belirsizdir. Aşırı düşünen zihin, geçmişin hayaletlerini ve geleceğin girdaplarını bugünün gerçekliğiyle karıştırır. Düşünceleriniz size ait olabilir ama her biri doğruyu söylemez.”
Boğazında bir düğüm oluştu. Radyodan gelen sözler onun içini o kadar doğru tarif ediyordu ki… Sanki biri zihninin içine bir mikrofon uzatmış, iç diyaloglarını dışarıdan yankılatıyordu.
“Paranoya, genellikle korunmak isteyen bir çocuğun sesidir. Bir zamanlar incindiniz. Belki dinlenmediniz, belki sevginin, sadece tetikte olunca hak edildiğine inandınız. Ama artık büyüdünüz. Artık o çocuğu, kendi ellerinizle sakinleştirebilirsiniz.”
Bir an gözleri doldu. Derin bir nefes aldı. Göğsü sıkışmıştı, ama o sıkışıklığın içinden bir tür açıklık da doğuyordu.
Radyodaki ses devam etti:
“Duygularınız, zihninizin geçici hava durumudur. Bir fırtına da olabilir, ılık bir meltem de… Ama hiçbir hava durumu sonsuza dek sürmez. Sadece geçip gitmesine izin verin. Ve en önemlisi: Kendinize, ‘Bu düşünce beni destekliyor mu?’ diye sorun. Eğer cevap hayırsa, ona sıkıca sarılmak zorunda değilsiniz.”
Kahve kupasını tezgâha bıraktı. Gözlerini kapattı. İçinden bir cümle geçti, ilk kez bu kadar net:
“Belki de her şey benim hatam değil.”
Sessizlik tekrar çöktü, ama bu kez farklıydı. Boğucu değil, hafifti. Radyodaki program kapanışa geçerken ses biraz daha yumuşadı:
“Kendinize karşı nazik olun. Zihninizin içindeki o karmaşaya rağmen hâlâ buradasınız. Ve bu, sandığınızdan çok daha büyük bir güç göstergesidir.”
Radyonun sesi kesildiğinde, karakterin içinde küçük bir boşluk kaldı. Ama bu boşluk, çaresizlikten değil; ilk kez biraz ferahlıktan doğmuştu. İçinde bir ses, neredeyse fısıltıyla şöyle diyordu:
“Her şey aynı olmayacak.”




Yorum bırakın